Birleşmiş Milletler’de gündeme gelen, hazırlıkları süren okyanus ve denizlerin yüzde 64’ünü oluşturan, Türkiye’yi de Akdeniz nedeniyle yakından ilgilendiren ‘Ulusal Yetki Alanları Dışında Kalan Açık Denizlerin Korunması’ konusu bilim insanları ve alanlarında yetkili isimler tarafından ele alındı.
Çalıştaya katılan isimlerden biri de İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Nilüfer Oral’dı. Çalıştayın amacı, bölgesel hükümlülükler ve daha pek çok konuyu Dr. Nilüfer Oral ile konuştuk.
1- Öncelikle çalıştaydan bahseder misiniz; amacı, hedefi nedir?
Geçtiğimiz Eylül’den itibaren Birleşmiş Milletler’de yeni bir sözleşmenin müzakeresi başladı. Bu müzakerenin amacı açık denizler olarak bildiğimiz deniz çevresinin korunması. Deniz çevresinin korunmasına ek olarak, deniz canlılarının genetiği ile ilgili olarak konu var ki bu çok enteresan bir konu. Bunun düzenlendiği yeni bir sözleşme yapıldı. Bu konu aslında yıllardan beri tartışılan bir konu Birleşmiş Milletler’de, neredeyse 15 sene. Bu nedenle bu müzakerenin oluşumu hakikaten önemli. Türkiye’de ise çok fazla ilgi ve bilgi yok. Dış işleri de bu konuda çekimser kalmayı tercih ediyor. Çünkü biz 1982 deniz hukuku sözleşmesinde taraf değiliz. Türkiye’nin en tanınmış deniz araştırma merkezi TÜDAV bu kongreye beni de davet etti. İlk müzakereye Eylül ayında katıldık. Daha sonra bu konu hakkında Türkiye’de bir bilinç yaratmak, Türkiye’deki diğer uzmanları da konuya dahil etmek için bir çalıştay yapıldı. Bu çalıştayda konular hem hukuki, hem biyolojik / bilimsel yönleri ile ele alındı.
2- Açık denizlerin korunması ile müzakerenin hukuki altyapısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle devletlerin bu yöndeki görüşleri nasıl bir çerçevededir?
Denizlerin %64’u şu an açık deniz sayılıyor. Açık deniz demek devletlerin bu denizlerde hiçbir yetkisinin olmaması anlamına geliyor. Mesela Türkiye’nin belirli bir deniz alanında yetkisi var; kanuni, çevre koruma yetkisi gibi. Açık denizlerde ise bayrak devleti dediğimiz sınırlı bir yetki alanı var ki bu sadece gemilerin alanını kapsıyor. Dolayısıyla yıllardan beri birçok bilim insanı denizlerdeki sorunları görüyor. Örneğin balıkların aşırı avlanması. Bütün bunlar yıllardır tehdit altında ve yeterli derecede hukuki düzenleme yok. Aslında tamamen düzenlemeden yoksun değil neticede 1982 deniz hukuku sözleşmesi var. Bu sözleşmede önemli yükümlülükler ver. Örneğin bütün devletlerin denizleri koruması yükümlülüğü var. Fakat bunların net bir şekilde düzenlenmeye ihtiyacı var. Tüm bunların 1982 sözleşmesinin çatısında yeni bir anlaşmayla toparlanması gerekiyor. Bu sözleşmenin bir paketi var; deniz koruma alanları, çevre etki değerlendirmesi yapılması, kapasite geliştirmek ve deniz teknolojisinin transferi, deniz genetik kaynakları… Kullandığımız kremlerin, ilaçların gitgide büyük bir bölümü denizden geliyor, deniz canlılarının genetiklerini kullanıyoruz. Bazı denizlerde bunlar düzenlenebiliyor fakat açık deniz herkese açık. Gelişmekte olan ülkeler dışta kalabiliyor. Bu sözleşme yapılacaksa deniz genetik kaynaklarının paylaşımıyla ilgili bir düzenleme gerekir. Bu, bütün insanoğlunun mirası olarak kabul edilmeli. Henüz yolumuz olsa da çok önemli bir müzakere başlatılmış oldu.
3- İler ki dönemde ne gibi zorluklar ön görüyorsunuz? Dünya ile birlikte açık denizlere açılmamızın önemi nedir?
Denizlerimizin durumu çok kötü. Balık yok. İklim değişikliğinden dolayı denizlerde önemli kimyasal değişimler var. Örneğin denizin asit dengesi bozuluyor. Bu direkt deniz canlılarına etki ediyor. Örneğin kabuk yapamıyorlar; istiridyeler, istakozlar. Bunların hepsi bu döngüyü değiştiriyor. Deniz, okyanus ısınıyor ve bu doğrudan canlıları etkiliyor. Bu nedenle mercan kayalıkları ölüyor mesela. Denizlerin durumu çok vahim, kirlilik ve balıkçılık başka bir konu dolayısıyla bu sözleşme çok önemli. Çünkü bu sözleşmeyle tüm ülkeler bir araya gelecek ve denizlerin korunması ile ilgili önlem alınacak. İnsanlar bu tehlikenin çok farkında değiller. Türkiye’de 3 tarafımız deniz diyoruz fakat bunu hep daha çok bir “kaynak” olarak görüyoruz. Halbuki bu nimetleri korumamız gerekiyor. Açık denizler hepimiz için önemli. Türkiye olarak balıkçılık yapıyoruz Akdeniz ve Karadeniz’de fakat yaşam dengesi de bozuluyor aynı zamanda. Okyanusların kimyasının değişimi hepimizi etkiler. Dolayısıyla bu sözleşme çok önemli.
4- Türkiye’nin Akdeniz’de koruma kararı alınabilmesi için komşu ülkelerle olan iş birliğinin önemi nedir?
Aslında Mart ayında bu konuyla ilgili bir toplantıya gideceğim. Akdeniz ile bölgesel bir anlaşmamız var; Barselona anlaşması. Türkiye olarak tarafız. Bu anlaşma kapsamında pek çok protokol mevcut. Bu protokollerden biri koruma alanlarıyla ilgili. Akdeniz’in durumu biraz karışık, orası biraz sıkışık bir deniz. Dolayısıyla birçok ülke tüm deniz yetki alanlarını tam olarak kullanamıyor. Anlaşmazlık çıkıyor bu nedenle bir kısmı hala açık deniz olarak kalıyor ve bunların korunması önemli. Akdeniz’de iyi bir hukuki alt yapı var. Türkiye bunun içinde.
5- Açık denizlerden yararlanmada ne gibi özel hükümler vardır?
Akdeniz’de birçok sözleşme var. Akdeniz’de balıkçılıkla ilgili bazı kararlar alınıyor; kotalar, hangi yöntemlerin uygulandığı, ağların büyüklüğü vb. gibi. Fakat sonradan işin içine siyaset giriyor. Bu anlamda ne kadar başarılı olur tartışılır. Akdeniz’de açık denizi dahil eden bir koruma alanı var. O Daha çok balinaların korunması için. Monaco, Fransa ve İtalya dahil. Aslında Akdeniz’de pek çok hukuki düzenleme var ancak her şeyde olduğu gibi uygulanması ayrı bir konu. Şunu belirtmeliyim ki hukuki açıdan gerçekten sağlam hükümlülükler var.