“Fark Yaratan Kadın” Funda Sivrikaya Şerifoğlu

2015 yılında aldığı “Fark Yaratan Kadın” ödülüyle Türk kadınının itibarını tüm dünyada bir basamak daha yukarıya taşıyan, ideal eğitimin ideal rol modeli Funda Sivrikaya Şerifoğlu’yla eğitimi, kadını ve kadının akademik liderliğini konuştuk. Funda Sivrikaya Şerifoğlu güler yüzlü, mütevazı ve kapısı herkese açık bir BİLGİ’li dekan. 

Başarılarla dolu öğrencilik yıllarının ardından Stanford Üniversitesi’nde Engineering Economic Systems Bölümünden gelen ilk kadın profesör olma teklifini reddedip, kariyerine ve yeni yaşamına Düzce’de başladı Funda Sivrikaya Şerifoğlu. Başarının çok çalışmakla ancak programlı çalışmakla mümkün olduğunu söylüyor ve başarılarıyla genç kadın akademisyenlere çıktıkları bu zorlu yolda liderlik ediyor. Funda Sivrikaya Şerifoğlu güler yüzlü, mütevazı ve kapısı herkese açık bir BİLGİ’li dekan.

2015 yılında aldığı “Fark Yaratan Kadın” ödülüyle Türk kadınının itibarını tüm dünyada bir basamak daha yukarıya taşıyan, ideal eğitimin ideal rol modeli Funda Sivrikaya Şerifoğlu’yla eğitimi, kadını ve kadının akademik liderliğini konuştuk.

Funda Hanım, bu noktaya gelene kadar akademik anlamda neler yaşandı sizden dinleyelim isteriz

İstanbul Erkek Lisesi mezunuyum. Ardından Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü üniversite birincisi olarak bitirdim. Birinciliğim sebebiyle Türk Eğitim Vakfı masrafların yarısını karşılayan bir yurtdışı bursu verdi. O bursla ve ailemin desteğiyle Stanford Üniversitesi’nde Engineering Economic Systems Bölümü’nde yüksek lisans derecemi tamamladım. Bu bölüm dünyada sadece o okulda vardı, o yüzden oraya gitmiştim.  Başarılı bir öğreniciydim ve dönmeden önce bana çeşitli olanaklar ve olasılıklar söylendi. Bulunduğum bölüm erkek egemen bir ortamdı ve o bölümde kadın profesör yoktu. Kalırsam oradaki ilk kadın profesör olacaktım ama ben dönmeyi tercih ettim. Evlendim ve Düzce’ye yerleştim. Daha sonra doktoramı Düzce’den gidip gelerek yine Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nde tamamladım. Bu arada bir de bebeğim oldu. Annelik, yeni bir ortam, yeni bir hayat ve akademik kariyer bir arada yürüdü. İkinci bebeğim de doçentliğim sırasında geldi. Özetle her kadın akademisyenin karşı karşıya kaldığı aile, iş, kariyer hedefleri arasında ben de kaldım ama çok şükür hepsini başarıyla tamamlamak mümkün oldu.

Size Stanford’dan teklif edilen profesörlüğü reddettiğiniz için bir pişmanlığınız oldu mu?

Pişmanlığım yok, çünkü hayatın tesadüflerden oluşmadığını düşünüyorum. Seçimlerim bana çok güzel bir hayalin yolunu açtı ve o hayali gerçekleştirmemi sağladı; Düzce Üniversitesi’nin kurucu rektörü olmak ve farklı bir üniversite felsefesini ve yönetişim sistemini hayata geçirebilmek.  O zaman verdiğim karar ülkeme hizmet etmek için yepyeni bir yola götürdü beni. O anda göremeyeceğim, hayal edemeyeceğim bambaşka bir yere taşıdı.

İdealiniz bu muydu, akademisyenlik ve akademik yöneticilik?

Aslında değildi, Düzce Meslek Yüksekokulu müdürlüğüne ilk atandığımda aklımda birçok TÜBİTAK projesi ve başka proje hayalleri vardı, STK çalışmalarım vardı. Nasıl olacak, nasıl yapacağım derken üç gün ağlamıştım, ama işte o görev yükseköğretimde liderlik/yöneticilik alanında başka kapılar açtı bana.

 BİLGİ’yle yolunuz nasıl kesişti?

Yükseköğretim Kurulu üyeliği yapmış olan ve Bilgi Üniversitesi’nin rektör yardımcılığı görevini yürüten Atilla Eriş Hocamız benim rektörlük yaptığım dönemden çok iyi tanıdığım, birlikte çalıştığım, yenilikçi, ziraat fakültesi modelleri üstünde fikir alış verişinde bulunduğum çok sevdiğim bir hocamdır. Rektörlük görevim bittikten sonra beni BİLGİ’ye o davet etti, yani Atilla Eriş hocamız köprü oldu.

Düzce’den sonra burası bir metropol, tüm yaşamınız değişmiş olmalı diye düşünüyorum, BİLGİ’ye gelişinizi takiben hayatınızda neler değişti?

Günlük yaşamım nispeten değişti, evet. Trafik yoğunluğuyla ilgili sıkıntılar başladı, ama bence trafikten daha zorlayıcı olan insan ilişkilerindeki tahammülsüzlük ve saygısızlık. Bir yere kadar trafiği bile çekebilirsiniz ama insanların birbirine karşı olan davranışlarındaki sertlik, tahammülsüzlük ve saygısızlık bence çok yıpratıcı. Hayatımda bu tür davranışlara maruz kalma ve şahit olma oranı arttı.

Eğitim anlamında ne gibi farklar var? Bir metropol üniversitesiyle diğeri arasında eğitim ve kariyer anlamında bir değerlendirme yaparsanız ne dersiniz?

Aslında birçok iş ve işlemin, bilgi akışının ve iletişimin dijital alanlarda yürüdüğü günümüzde fiziksel yakınlık o kadar önemli değil, bu anlamda yükseköğretim kurumları çok şanslı. Bulunduğunuz bölgedeki üniversiteden tüm dünyaya ulaşmanız ve tüm dünyayı da üniversitenize taşımanız mümkün. Aslında bence özellikle İstanbul gibi şehirlerin bir dezavantajı bile var. Metropol alanlarında trafik, yoğunluk, mesafeler gibi pek çok faktör sebebiyle yüz yüze iletişim daha sıkıntılı olabiliyor. Metropol alanı dışındaki üniversitelerin özellikle merkez dışındaki bölgelerdeki paydaşlarıyla daha sık ve daha kaliteli yüz yüze iletişim kurabildiklerini düşünüyorum. Öte yandan tabii metropol alanları da kaynak zenginliği ve çeşitliliği, ilişki ağlarının yoğunlaşmış olması ve sosyal/kültürel etkinlikler gibi faktörler sebebiyle büyük avantajlar sunuyor. İş imkanlarının görece bolluğu söz konusu ancak rekabet de yoğun metropollerde. Avantajlar ve dezavantajlar her iki durumda da var ve bence her iki durumda da bunlar fırsata çevrilebilir.

Kadının toplumdaki yeriyle ilgili yüksekokul eğitiminin önemi hakkında neler söylersiniz?

Eğitimin en önemli sonucu kadınların eğitim olanaklarına erişimi arttıkça şiddete maruz kalma olasılıklarının düşüyor olması, ben bunu çok önemsiyorum. Her sosyo-ekonomik gruptan ve her eğitim seviyesinden kadın şiddete maruz kalabilir ama eğitim seviyesi arttıkça olasılık düşüyor. Eğitim olanaklarına erişim kadınların yaşam içinde aktif yer almalarını, karar alma mekanizmalarına etki edebilmelerini, karar alma mekanizmalarının doğrudan içinde bulunmalarını ve diğer kaynaklara ve destek mekanizmalarına ulaşmalarını kolaylaştırıyor.

Siz genç yaşınızda pek çok başarıya imza atmış ve hayatın içinde annelik gibi yöneticilik gibi rolleri başarıyla sürdürmüş birisiniz. Nasıl yönetiyorsunuz içinde bulunduğunuz bu süreci?

Bin türlü rolümüz var kadınlar olarak, doğru. Ben de bütün kadınlar gibi günümü çok iyi planlıyorum. Aslında yaşamı iyi planlamaya çalışıyorum ve değişikliklere de kolay adapte oluyorum, böyle özetleyebilirim. Ve elbette çok çalışıyorum, bu bir gerçek. Kadınların ihtiyacı olan şey rol modellerin görünür olması. Örneğin genç bir kadın akademisyen benim gibi biriyle karşılaştığında hem rektörlük yapmanın hem iki çocuk büyütmüş olmanın hem de bir aileyi yürütmüş olmanın mümkün olabildiğini görüyor. Ben de yapabilirim diyebiliyor. Aslında yapmamız gereken rol modelleri görünür kılmak ve rol modellerle genç kadınları mümkün olduğu kadar çok bir araya getirmek.

Kariyerinizde kadın olmanın zorluğunu yaşadınız mı?

Bu soruya uzun yıllar hayır dedim ve soruya da şaşırdım, çünkü ben kız ve erkek çocuk farklıdır anlayışıyla yetiştirilmedim. Ama çeşitli yayınları okudukça ve hayatıma başka bir açıdan baktığımda ayrımcılığın gizli kalabildiğini de fark ettim. Yani benim aslında kadın olmaktan kaynaklanan bir ayrımcılığa uğramadığımı sandığım durumlarda dahi ayrımcılığa uğramış olabileceğimi fark ettim. Hayatın içinde bu ayrım çok var, mesela mimaride, kent planında bile. Burada kötü niyet yok sadece pek çok şey kadınların yeteri kadar temsil edilmediği ortamlarda erkekler tarafından tasarlanıyor, planlanıyor ve uygulanıyor. Erkekler kendi aralarında gruplar kuruyor ve sosyal ortamları paylaşıyorlar. Belki gece toplanıyorlar, belki maç izlemek için toplanıyorlar ve o arada da projeleri hakkında konuşuyorlar. O ortamda kadınlar yok. Ben bunlara “abicim-abicim ağları” diyorum. Erkekler her sektörde böyle abicim ağlarına sahipler ve bilgi/kaynak paylaşımları büyük oranda bu ağlarda gerçekleşiyor. Terfiler bu ortamlarda konuşuluyor, destekleniyor. Seminerlerimde hep şunu söylüyorum, onların böyle ağları varsa -ayrımcılığa karşı olmama rağmen- bizim de birbirimize bu tür desteklerimiz olsa iyi olur. Kadınların bunun yapmakta başarılı olduğunu gözlediğimi de söyleyemem. Ancak sadece kadın olduğu için birini bir göreve atamak da bütün bu kadın liderliği meselesine bir anlamda ihanet olur. Elbette önce liyakat.  Ben yönetici olarak, kadınların kendilerini geliştirmelerine fırsatlar yaratmayı ve benzer yeterliliklere ve yeteneklere sahip adaylar arasından kadınlara öncelik vermeyi tercih ettim.

Sizin BİLGİ’yi tercih etmenizde sebepler neydi?

Atilla Eriş ve Mehmet Durman sevdiğim ve saydığım hocalarımızdır, onların daveti son derece gurur vericiydi, keza onlarla çalışma imkanı da öyle. YÖK başkanımız Yekta Saraç hocamıza da danıştım onun da BİLGİ hakkındaki olumlu görüş ve tavsiyeleri oldu. Samimi olmam gerekirse İstanbul’da yaşayan ve okuyan çocuklarıma annelik yapmak için bunu bir fırsat da sayarak, yaşamımın bu döneminde onlara daha yakın olayım istedim. Farklılıkları zenginlik olarak gören yapısı ve kurumsallaşma yönündeki çabaları sebebiyle BİLGİ’yi tercih ettiğimi söyleyebilirim.

Öğrenciler neden BİLGİ’yi tercih etmeli?

Her şeyden önce şunu samimiyetle söyleyeyim mühendislik ve doğa bilimleri fakültesinde dinamik, üretken, ufku açık ve öğrenciye dönük kalite hassasiyetleri yüksek akademisyenler bulunuyor. Bu benim çalışma şeklime ve üniversiteye bakışıma uygun olduğu için huzurla geldim buraya. Öğrenci adayları beni ziyaret edip sorduklarında ilk olarak bu yüksek nitelikli kadrodan bahsediyorum. Çünkü mesleğinizi bu kişilerden öğreneceksiniz, öğrenmeyi bu kişilerden öğreneceksiniz, bilgiye ulaşma ve bilgiyi kullanma yollarını bu insanlarla öğreneceksiniz, onlar meslekle ilgili bakış açıları oluştururken rol modelleriniz olacaklar, diyorum. Ayrıca burada insan ilişkileri huzurlu ve sıcak. Kapılar açık. Bir sorununuz olduğunda bu sorunla ilgilenecek insanlar bulmak ve sorunun çözümüne kolayca ulaşmak mümkün.

Sizin okul yıllarınızla bugünün imkanları arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?

Lisede ağır bir eğitim görüyorum diye şikayet ettiğim ama bir yandan da zevk aldığım matematik modelleri daha sonra üniversitede yaşamımı kolaylaştırdı ve kendime güvenimi arttırdı. Bu anlamda bu kadar ağır bir eğitim artık liselerde yok, daha çok sınava hazırlık ağırlıklı bir bakış açısıyla eğitim programları düzenleniyor. Dolayısıyla bizim zamanımıza kıyasla şimdiki gençlerin aldığı üniversite öncesi eğitimin kalite açısından daha farklı olduğunu düşünüyorum. Ama şöyle de bir olanak var, artık üniversitelerde kapılar açık. Bizim dönemimizde bir profesöre gidip soru sormak zor bir işti, hatta profesörü bulmak zor bir işti. Buradaysa tüm unvanlardaki öğretim üyelerinin kapıları bütün öğrencilere her an açık. Eğitim olanaklarına, eğiticilere ve bilgiye ulaşmak çok kolay, o anlamda bu büyük bir avantaj. Eğitim teknolojilerindeki gelişme de zaman ve mekan sınırlılıklarının ötesinde bilgi kaynaklarına ve bilgiye ulaşma olanağı tanıyor.

Peki eğitimde teknolojinin rolü için neler söylersiniz?

Teknoloji öğrencinin bilgiye ulaşımında ve bilgiyi kullanımında büyük bir araç yaratıyor, ama öte yandan gene bir dezavantajı da var. Gençlerin birçoğunun sosyal medya kullanımındaki yoğunluk sebebiyle akademik projelere odaklanmakta zorlandıklarını ve vakit ayıramadıklarını görüyorum. Gençler mobil araçları ve dijital teknolojileri doğru kullanmak konusunda bir orta yol bulacaklar diye umut ediyorum.

Yetersiz ilk ve orta eğitim zaman içinde yükseköğrenim kalitesini de düşürür mü?

Düşürür elbette. Çünkü bu bir sistem; bir girdiniz var, çeşitli süreçlerle o girdi zaman içinde artı değer kazanıyor ve bir çıktıya dönüşüyor. Gayet tabii girdinin kalitesi süreçlerdeki kaliteyi etkiliyor. Bu sebeplerle eğitim sisteminin bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Tüm bu anlattıklarınızın ardından şunu sormak istiyorum: Gençleri gelecekte nasıl görüyorsunuz?

Bu konuda biraz kendimizi eleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Biraz daha fazla çaba harcamaya ihtiyaç var. Eğer dersin onuncu dakikasında gençler dersten kopuyorsa onları dersin içinde aktif tutmanın, aslında daha genel bir ifadeyle,  öğrenciyi yükseköğretim sistemi içinde aktif bir paydaş olarak tutmanın yollarını bulmak ve bunu da gençlerle birlikte yapmak zorundayız. Ben umutluyum. Çünkü bu kadar dezavantaj olmasına rağmen -eğitim sisteminin çok sık değiştirilmesinin yarattığı sorunları yaşıyoruz vs.- yeni kuşaklar dünyayı hızla algılıyor, bizim fark etmediğimiz olumlu yaratım süreçlerinin içinde bulunabiliyorlar. Ben onların bizim yapabildiğimizden daha iyi bir şekilde süreçleri hayal edebileceğini, tasarlayabileceğini ve gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. Eninde sonunda hayat kendini düzeltiyor bence.

Powered by Openmedia