HABERCİLER: Gazeteci olacak ama daha değil!

Işıl Cinmen / Medya ve İletişim Sistemleri 2007 / Tempo Dergisi Muhabiri

Mezuniyetten sonra New York’a gitti, iki yıl sonra dönüp bu şehre dair bir kitap yazdı. Tempo Dergisi’nde bir yıldır çalışsa da dergiciliği lise yıllarına dayanıyor.

Aslında Işıl’ın hayali rock star olmaktır. Ama olamayacağını anlayınca gazeteci olmaya karar verir. Gazetecilikten başka bir mesleği hiç düşünmediğini söyleyen Işıl, “Çok meraklı bir çocuktum, hep soru sorardım” diyerek gazeteciliğe yatkınlığını özetliyor. Gazeteci olmasında avukat olan annesi ve babasının da etkili olduğunu belirten Işıl, annesi ve babası politik insanlar olduğu için gazetecilerin, yazarların arasında büyür. Onların rakı masalarında yapılan bol dumanlı konuşmalar, hararetli tartışmalar onun için ninni olur. Bu sayede Işıl’ın da duyarlılıkları ve ilgi alanları küçük yaşlarda şekillenmeye başlar. Bu ilgi alanlarını yansıtabileceği en iyi yerin gazetecilik olduğunu söyleyen Işıl, üniversitede bu alanda eğitim alır.

Daha 16 yaşındayken, bir arkadaşıyla her ay Roll dergisi için söyleşiler yapan Işıl, bu söyleşilerin çok hoşuna gittiğini belirtiyor. Sonra aynı tarz söyleşileri Yuxexes için yapmaya başlarlar. İkisi için de röportaj yapacakları müzisyenleri kendileri seçerler. Bu dönemin dergileri, dergiciliği sevmesinde etkili olur. Mezun olmadan önce staj yapma, çalışma imkanı olmaz ama şimdi bunun yanlış olduğunu düşünüyor biraz.

Gazeteciliğe başlamadan kitap yazdı

Bilgi’den mezun olduktan sonra New York’a giden ve burada yaklaşık iki yıl yaşayan Işıl, bu dönemde hayatının en güzel yıllarını yaşadığını söylüyor. Türkiye’de on yılda edineceği yaşam deneyimini orada iki yılda edindiğini düşünüyor. “Yapmadığım herhangi bir şey kalmadı ama okulu da fazla aksatmadım” diyen Işıl, New York’ta önce Columbia Üniversitesi’nde İngilizce eğitimi alır, daha sonra NYU’da bir yıl yapımcılık programına gider. Sekiz sene boyunca öğrendiği ama sonra unuttuğu Fransızca’yı da buradaki Fransız arkadaşları sayesinde hatırlar ve İstanbul’a döner. İstanbul’a dönmeden önce kendisine ‘bocalamak için’ beş ay zaman veren Işıl, uçaktan indiği an fikrini değiştirir, bir kitap yazmaya karar verir. Bodrum’a gider, Yakaköy’den görünen uzun dağa bakarak ‘Bir Isırık New York’ kitabını yazar. Kitabı tam beş ayda bitirir. Geri dönünce Ersin Salman ona, “Artık çalışma zamanın geldi bence” der ve onun için Tempo’da bir görüşme ayarlar. Böylece Tempo Dergisi’nde çalışmaya başlayan Işıl, işini ilk günden çok sevdiğini söylüyor.

Yaklaşık bir yıldır çalıştığı Tempo’da muhabirlik yapan Işıl, işi gereği çeşitli röportajlar ve haberler yapıyor, yazılar yazıyor. Ayrıca derginin sabit sayfalarının çoğundan sorumlu olan Işıl, üç ayda bir çıkarılan Tempo Travel adlı gezi dergisinin konular editörlüğünü de yapıyor. “Konuları seçmek, fotoğraf bulmak, başlık atmak, spot yazmak, resim altları, yazılar vs. Ama editörlüğün bana çok uygun bir iş olduğunu düşünmüyorum” diyen Işıl, başkalarının yazılarını güzelleştirmekten hoşlanmadığını hatta çok sıkıldığını vurguluyor. Ancak dergiyi eline aldığında bütün sıkıntılara değdiğini gördüğünü yine de daha çok kendi adına yaptığı işlerde başarılı olduğunu belirtiyor.

Gazeteci değil dergici o

Kendini şimdilik gazeteciden çok dergici olarak tanımlayan Işıl, bir süre sonra gazeteye geçmek istiyor ama daha zamanının gelmediğini düşünüyor.Gazeteciliğin çok büyük sorunları var. Beni en çok rahatsız eden, olması gerektiği kadar saygın bir durumda olmaması. Ama bu dışsal değil, içsel bir sorun. Siz kendinizi önemsemezseniz, kimseden sizi önemsemesini bekleyemezsiniz. Mesleğiniz ne olursa olsun, önce sizin saygı göstermeniz gerek. Oysa çoğu insan, işini ‘iş olsun diye’ yapıyor ve bu her yerden belli oluyor” diyen Işıl, bu sorunun belki her meslekte yaşandığını ama gazetecilerin böyle bir lükslerinin, hatta haklarının olmadığını ifade ediyor.

Geleceği mümkün olduğunca az düşündüğünü söyleyen Işıl, 40’lı yaşlarına geldiğinde arkasında, çok iyi röportajlar, yeni şeyler söyleyebilmiş yazılar, birkaç tane kitap ve keyifli insanlar bırakmak istiyor. Bir de, belki fazla ağlamayan ama yaramaz küçük bir çocuk ve hiç sıkılmadığı bir adam.

İşiyle, ‘geri kalan’ hayatının iç içe geçtiğini söyleyen Işıl’a göre en önemli şey eğlenmek. Işıl bununla ilgili, “Ne yaparsam yapayım eğlenmiyorsam, boşadır. Sıkılmaktan, üzülmekten korktuğumdan bile çok korkarım. O yüzden beni sıkan şeylerden köşe bucak kaçmaktan hiç yorulmam. Bir şeyler üretmek için zaten iyi ve hareketli bir hayatım olması gerekiyor. Buna göre yaşıyorum. Dergide değilsem, genelde arkadaşlarımla dışarıdayımdır. Bunun dışında sürekli gazete okur ve konuşurum” diyor. Son dönemde bir oyun geliştirdiklerini, en çok ona zaman harcadığını söyleyen Işıl, oyunun adının‘Evet/Hayır/Belki’ olduğunu, bu oyunu, ilk izlenim teorisinden yola çıkarak bulduklarını belirtiyor. Işıl oyunla ilgili, “Kalabalık bir mekâna gidip, gördüğümüz insanlar hakkında en fazla dört saniyede, “Evet, hayır ya da belki” diyoruz. Kadın, erkek, çocuk ya da yaşlılar, herkes denek. Bize verdiği ilk duyguya göre, anında karar veriyoruz. Sonra da onların bir kısmıyla tanışıp 10 dakika konuşmaya çalışıyoruz. Bunun sonunda ilk izlenimin güvenilirliğini test etmeyi ve gelecekte daha az yanılmayı planlıyoruz” diyerek hayata nasıl eğlence kattıklarını eğlenerek anlatıyor.

Powered by Openmedia