2021’den Sağlık Ekseninde Ne Beklemeliyiz?

Sağlık ekseninde nasıl bir 2021 beklediğimize dair röportajımızı BİLGİ Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nilgün Sarp ve Koç Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmalarını sürdüren 2018 BİLGİ Fizyoterapi ve Rehabilitasyon ve Psikoloji çift anadal mezunumuz Alihan Erdağı ile gerçekleştirdik.

Sağlıktan ekonomiye, politikadan iklim değişikliğine ve beraberinde getirdiği doğal afetlere her anlamda ve her alanda felaketler yaşadığımız bir 2020 geçirdik. Siz kendi alanınız açısından 2020’yi nasıl özetlersiniz?

Nilgün Sarp: Gerçekten 2020 yılı dünyanın pek çok yerinde felaketlerle dolu bir yıl oldu… Son yaşanan ve Mart ayından bu yana dünyayı olumsuz etkileyen COVID pandemisi ise; sonunda şapkamızı önümüze alıp yeniden düşünme zamanının geldiğini herkese bir kez daha ve zorunlu olarak hatırlattı. Ben, hatırlattı diye düşünmek istiyorum ama aklımdaki soru şu; “pandemi gerçekten herkesin kendini
tekrar değerlendirmesine yol açıp, bulunduğu çevreye ve doğaya ve insanlığa ne kadar sahip çıktığına dair düşündürdü mü acaba?” Ne yazık ki hepsine benim cevabım hayır… Hatırlarsanız bazı kısıtlamaların olduğu dönemlerde hava ve su kirliliğinde azalmaları izlemek ne kadar mutluluk verici idi. COVID-19 pandemisi tüm dünyada kısa dönem için uygulanan karantina önlemleri nedeniyle insanların evlerine kapanması, ekonominin yavaşlaması ve fosil yakıt tüketiminin düşmesi gibi nedenlerle hava kalitesi üzerinde geçici olumlu etkiler yapmış, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının kalitesinin yükselmesini sağlamıştı. Ancak madalyonun diğer yanında ise pandemi nedeniyle işsiz kalanlanlar, şiddete uğrayanlar, sağlığa erişemeyenlerin sayısı da arttı. Yani hassas gruplar olarak nitelendirdiğimiz yoksullar, göçmenler, engelliler, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar COVID pandemisinin olumsuzluklarından daha fazla etkilendiler ve bizler bu olumsuzluk ve eşitsizlikleri yine engelleyemedik….
Tüm ülkelerdeki karantina uygulaması ve temel hizmetler dışındaki bütün hizmetlerin durdurulması pandemiye verilen ilk yanıt oldu doğal olarak… Sağlık kurumlarında birçok sağlık hizmeti, resmi olarak alınan kararlarla ya da kurumlarda yeterli malzeme ve çalışan olmaması nedeniyle ertelendi ya da sunulamadı. Örneğin COVID-19 ve benzeri SARS, MERS gibi tüm salgınlarda cinsel sağlık ve üreme sağlığı hakları göz ardı edilir ve cinsel sağlık üreme sağlığı hizmetleri temel hizmetler içine alınmaz. Bu nedenle geçmişteki salgınlardan edinilen deneyimler, hizmet kesintilerinin, salgın dışı hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin arttığı yönündedir. Ayrıca Pandemi döneminde, kürtaj gibi zamana duyarlı üreme sağlığı hizmetlerinin gereksiz görülerek sınırlanması, gönüllü cerrahi sterilizasyon gibi uygulama gerektiren uzun etkili doğum kontrol yöntemlerinin uygulanması ve çıkarılmasına kısıtlama getirilmesi sorun teşkil etmektedir. Pandemi sürecinde birçok kişinin evinde kalması ile birlikte ortaya çıkan önemli problemlerin başında aile içi şiddet ve istismarın geldiğini de biliyoruz. Birleşmiş Milletler
raporuna göre kadınlar ve çocuklar en çok kendi evlerinde tehdit altında kaldı. Aynı zamanda karantina durumu, kadınların davranışlarının çok daha yakından ve ayrıntılı kontrol edilmesine de neden oldu. Bu yüzden kadınlar ve çocuklar şiddet ve istismar failleriyle aynı yerde olmalarından dolayı yardım hatlarını da arayamadılar, daha fazla şiddete maruz kaldılar. Sonuçta pandemi dönemi, kadın ve erkekleri farklı etkiledi; kadın ve kız çocuklarına yönelik mevcut eşitsizlikleri artırırken, ayrımcılıkları daha görünür hale getirdi. Kadınlar açısından ilk başta bir çözüm gibi sunulan esnek çalışma olayı da evden çalışmanın yanı sıra evdeki iş yükünün neredeyse tamamını üstlenen kadınlar açısından olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Türkiye genelinde yemek yapmak kadınların işidir ve bu oran %91,2’dir, ayrıca evlerdeki çocuk, yaşlı ve hastaların bakımı dışında, erkeklerin de beslenme, temizlik ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak kadınların yükünü artırmıştır.
Çocuk gelişimi açısından da birkaç söz söylemek isterim. Eve kapanan ailelerin bazılarında aile içinde çocuklarıyla beraber olmak olumlu karşılanır iken, bazılarında olumsuz durumlar yarattı. Aileler çocukları ile nasıl zaman geçireceklerini bilemediler, onlarla olumlu iletişimi sürdürmede zorlandılar çünkü çoğu aile çocuklarının gelişimleri ve eğitimleri konusunda yeterli bilgiye sahip değil. Ayrıca çocukların okuldan uzak kalmaları da başka bir sorun olarak karşımıza çıktı. UNESCO verilerine göre, dünya genelinde okul çağındaki 5 çocuktan yaklaşık 1’i, diğer bir deyişle yaklaşık 350 milyon çocuğun okulu 1 Aralık itibariyle kapandı ve bu durum 1 Kasım itibariyle okula gitmeyen çocuk sayısında (232 milyon) neredeyse 90 milyonluk bir artışa neden oldu. Bazı ülkelerde okullarda sadece eğitim değil, ihtiyacı olan çocuklara gıda desteği de yapılıyor. Bu nedenle okullar kapandığında çocuklar eğitim, destek mekanizmaları, gıda gibi hizmetlerden de uzak kalıyor ve güvenlikleri risk altına giriyor. Ayrıca, UNICEF ve Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) tarafından hazırlanan rapora göre ise, tüm dünyada okul çağındaki çocukların üçte ikisinin evinde internet yok. Oysa eğitim birçok ülkede online olarak devam etti. Tüm bunlar günlük rutini aksayan çocukların iyi olma halini ne yazık ki olumsuz yönde etkilemektedir.
Ayrıca biliyoruz ki; sadece pandemini değil; pandemi öncesi dönemde de yakın çevremizde yaşanan savaşlar, ülkemizi sadece ruhsal yönden değil, fiziksel, sosyal ve ekonomik açılardan da olumsuz yönde etkilemişti. Yaşanan tüm felaketlerin sağlığa doğrudan etkisi var… Sağlık dediğimiz zaman sadece bedensel sağlığı kastetmiyoruz, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tanımına göre, “Sağlık; sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedensel, sosyal ve ruhsal yönden tam iyilik halidir”. Bu tanıma göre, biz 2020 yılını sağlıklı olarak geçiremedik.
Aslında yazılı belgelerimize bakıldığında bu hedeflere varılmaya yönelik açıklamalar var. Örneğin, Sağlık
Bakanlığının 2019-2023 stratejik planında yer alan vizyonu “Sağlıklı hayat tarzının benimsendiği, herkesin sağlık hakkına kolaylıkla ve yüksek hizmet kalitesiyle eriştiği bir Türkiye” olarak belirlenmiş. Misyonu ise “İnsan merkezli yaklaşımla birey ve toplumun sağlık hakkını ve sağlığını en üst düzeyde korumak, sağlık sorunlarına zamanında, uygun ve etkili çözümleri yüksek hizmet kalitesiyle sunmak” olarak yayınlanmıştır. Oysa ülke koşullarımıza bakıldığında bu misyon ve vizyonu destekleyen uygulamaları görmek en azından 2020 yılı açısından güç oldu. Sözgelimi halen ülkemizin bebek ölüm hızında Dünyada 72. ; adölesan doğum hızında 140. ; gayrisafi yurtiçi hasıladan sağlığa ayrılan payda 147. sırada olması umut kırıcı…
Sağlık alanındaki eşitsizlikler 2020 yılında artarak devam etti. Sağlık göstergelerinin cinsiyet, bölgeler, kır-kent, doğu-batı, gelir grupları, gelişmişlik düzeyi, iller gibi toplumsal değişkenlere göre farklı olması; sağlık hizmetleri ve personelinin dengesiz dağılımı; sağlık hizmetlerine erişimdeki eşitsizlikler gibi pekçok konudan bahsetmek mümkün…

Alihan Erdağı: 2020 tüm alanlar için tarihi bir yıl oldu. Öncelikle Avustralya, Sibirya ve Endonezya’da yangınlar, Avrupa’da sıcak hava dalgaları, Afrika’da seller, çeşitli bölgelerde büyük şiddette depremler, birçok tropik fırtına ve muhtemel olarak dünya üzerinde kaydedilen en yüksek sıcaklıklar… Tüm bunlar bir yıl için yeterince büyük afetlerken belki de onlarca yılın geniş popülasyonları etkileyen en büyük pandemisi yanı başımızda belirdi.
Uluslarası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin verilerine göre yangınlar, sıcaklık artışı ve kuraklıkla birlikte COVID-19’dan etkilenen insan sayısı yarım milyarı geçerken, bunlardan etkilenen tür sayısı ise bir milyarı aşmış durumda. 2020 tüm alanlar için unutulamayacak bir yıl oldu ancak unutulmaz olduğu kadar dönüşüm ve değişim yılı oldu da diyebiliriz. Bilimden sağlığa, ekonomiden eğitim ve çalışma hayatına kadar getirdiği dönüşüm ve değişimlerle “yeni normali” olan bir çağın canlı tanıkları olacağız. 2020’nin son çeyreğinde insanlık tarihinin gördüğü en hızlı aşı geliştirme süreciyle belki insanlığın düşmanı olan bu virüsü yeneceğiz ancak bu dönemde kazandığımız ve bırakması oldukça güç alışkanlıklar da edindik. Dönem dönem ülkemizde ve tüm dünyada verilen kısıtlama kararları ve eve kapanmalarımızda fiziksel olarak daha sedanter, psikolojik olarak daha tahammülsüz, hassas ve kırılgan olmamız kısa vadedeki değişimler. Öteki taraftan eğitim, çalışma ve sosyal hayatımızda teknolojinin de desteği ile bu hayata hızla adapte olmamız en büyük artılarımızdan.

 

2020’den ne gibi dersler çıkarmalıyız? Olaylara nasıl yaklaşmalıyız?

Nilgün Sarp: Aslında bu dönem bize her şeyin başının sağlık olduğunu net olarak söylüyor. Sağlık derken yukarıda bahsettiğim tanımdaki gibi bedensel, ruhsal ve sosyal sağlığı kastediyorum ve sağlığın sosyal boyutunu da çok önemsiyorum.
Türkiye sağlık düzeyi göstergeleri açısından henüz istenen düzeye gelememiştir. Özellikle beklenen yaşam süreleri, gelir dağılımdaki eşitsizliklerin giderilmesi, kadın sağlığı, çocuk sağlığı, bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan hastalıklar ve risk faktörleri alanlarında dünya ülkeleri sıralamasında ortalardadır. Çıkarılacak dersler; elimizdeki var olan verilerin doğru değerlendirilmesi ve bu değerlendirmelere yönelik de çözümler üretilmesi ve sağlığın sosyal boyutu yönünde planlanmalar yapılması gereğidir. Bu konuda rehberimiz de sadece bilim olmalıdır.
Global dünyada yaşanan olumsuzlukları ve nedenlerini hepimiz biliyoruz zaten. 2020’de yaşananlar
doğrultusunda, daha fazla kişinin maske, mesafe, hijyen kurallarına ve toplu taşım kullanımı, düğün, cenaze gibi toplanmalara yönelik alınan toplumsal önlemlere uymaya istekli olma konusunda yeni bir İletişim Planı’na ihtiyacımız var. COVID-19 hasta/vefat bilgilerinin şeffaflıkla paylaşılması, sağlık çalışanlarının karşılaştıkları yükün ve günlük hayatlarında aldıkları riskin somutlaştırılması, çözüm üretilmesi çok büyük fayda üretecektir.
UNICEF raporlarında her zaman belirtilen çocukların koruması ve onların ihtiyaçlarının karşılanması hususlarına hükümetler daha fazla yer vermelidir. Bu ihtiyaçların karşılanamaması veya koordineli müdahalelerin geç uygulanması mağduriyeti arttırabilir, çocuklara telafisi olmayan zararlar verebilir ve bütün toplumun toparlanmasını geciktirebilir. COVID dönemi eğitim ihtiyaçları yeterince karşılanamayan tüm çocuklara TV, radyo veya çevrimiçi eğitim gibi çocuk dostu uzaktan eğitim yöntemleri kullanarak eğitimde yaşanan kesinti sınırlandırılmalıdır. Okullar ile birlikte çalışarak verilmek istenen tüm mesajların (koruma ve emniyet ile ilgili) aile ve çocuklara verilmesi sağlanmalı, çocuk dostu şikâyet ve geribildirim mekanizmalarının geliştirilmesine ve yaygınlaştırılmasına çaba sarf edilmelidir. Ayrıca panik ve stresi azaltacak, güvence sağlayacak ve sağlık
mesajlarına uymayı teşvik edecek mesajlar sürekli iletilmelidir.
Türkiye dahil, pek çok ülkenin Sağlık Bakanlarının imzaladığı, 2018 yılı Ekim ayında Alma-Ata’nın 40. yıl dönümünde yayınlanan Astana Deklarasyonu’nda yer alan temel sağlık politikalarının içinde “ Bireyin ve toplumun sağlığını koruyup, geliştiren bir çevre olması” politikası ne kadar gözetildi ve uyuldu. Bu konuya önemle dikkatinizi çekmek isterim.
Özellikle bu politikanın gerçekleşmesi doğrultusunda yer alan olgulardan biri “Sağlıklı Kent” kavramını da sorgulamalıyız. Sağlıklı kent oluşturmada, sağlık bilimleri olmak üzere kent planlaması, sosyoloji, coğrafya, çevrebilim, ekonomi, politika gibi farklı disiplinlerinin yer alması gerekiyor. Kentte yaşayan kişilere göre “güvenli ve özgür bir biçimde yaşama eylemlerini gerçekleştirebildiği, beslenme ve korunma ihtiyacının karşılandığı, sosyal etkileşim olanakları yüksek” bir kent olarak tanımlayabileceğimiz sağlıklı kentlerimiz var mı sorusu üzerinde de düşünmeliyiz. Özellikle başta İstanbul olmak üzere yaşanan ve devam eden tartışmaları bir düşünelim derim…
Ayrıca risk gruplarının özel gereksinimlerinin karşılanması önemlidir. Örneğin birden fazla hastalığı
olanların ilaçlarına erişimlerinde kolaylık sağlanması ve risk grubuna özgü aşılarının yapılması olumlu bir gelişmedir. Yeterli aşı tedarikinin sağlanması ve izlemlerinin sürdürülebilmesi önemlidir. Pandemi konusunda bilimsel çalışmaların artması ve aşı konusunda umut verici gelişmeler yaşanması içimizi biraz ferahlatmakla birlikte henüz tehlike geçmiş değil.
Olaylara yaklaşımımız, kimseyi geride bırakmadan ve tüm tarafların ortak çaba ve dayanışması ile gerçekleşebilir. Kriz durumlarında özel gereksinimi olan gruplara özel politikalar geliştirilmesi ve hizmetler sunulması önem taşır. Salgın kontrolünde toplumun tüm paylaşları, göçmen/mültecilerin bu toplumun bir parçası olduğu unutulmadan planlama yapılmalı ve yürütülmelidir.

Alihan Erdağı: 2020 bize insanın Doğa Ana’nın işine karıştığında ve onu bozmaya başladığında, verdiği cezalarla çaresiz kaldığımızı üst üste ve acımasız bir yolla öğretti.
Sağlık perspektifinden gördüğümüz tüm doğal felaketler ve pandemi “her şeyin başı sağlık” anlayışını bir kez daha benimsememiz gerektiğini gösterdi. Bir önceki soruda bahsettiğim fiziksel ve psikolojik olarak zayıflıklarımızı bilerek buna yönelik temkinli hareket etmeliyiz. Bir süre daha evde ve kısıtlamalar altında yaşamak zorunda kalabiliriz. Bağışıklık sistemimiz ve fiziksel sağlığımız için sedanter yaşamdan uzak kalmalı ve hareket etmeliyiz. Ayrıca psikolojik olarak bizlerin hassas olduğumuz gibi çevremizdeki insanların ve tüm insanlığın da aynı süreçten geçtiğini bilerek duyarlı davranmalıyız. En önemlisi 2020’nin üzerimize bıraktığı yüklerin çözülebileceğini bilmeliyiz, bu yüklerin çözümü daha uzun sürebilir ancak sorunlar nihayetinde çözümleriyle geliyorlar. Problemler hayatımızda kalıcı olmak için değil biz onları çözdükten sonra gitmek için varlar, biz ise birey ve kişilik olarak bu hayatta kalıcı olanız.

 

Yeni bir yıla başladık. Tüm yeni yıllar gibi bu yıla da insanlar yeni başlangıçlar, yeni umutlar, hedef lerle başlıyor. Geçtiğimiz yıllara göre nasıl farklılaştı yeni yıldan beklentiler?

Nilgün Sarp: Evet her yeni yıl, yeni umutlarla başlar ancak 2021 yılı maalesef, COVID endişesi yaşamaya devam etmek ile başladı. Halen bir yıl önceki sosyal yaşantılarımıza özlem içindeyiz. İlk kez yeni bir yıla küresel salgınla beraber girildi. Yeni yıl kutlamaları, özlemle, gelecek yıllara bırakıldı. Yeni yıldaki en önemli beklenti sağlık ve huzur içinde eski yaşamlarımıza kavuşmak tabii ki. Bir eğitimci olarak, en yakın zamanda, tüm okullarımızın sağlıkla vegüvenle açılabileceği duruma gelebilmemizi diliyorum.
UNICEF’in UNESCO, UNHCR, WFP ve Dünya Bankası ile ortaklaşa hazırladığı “Okulların Yeniden Açılması Çerçevesi” ulusal ve yerel yetkililere uygulamaya yönelik tavsiyeler sunuyor. Söz konusu yönergelerde politika reformu, finansman ihtiyaçları, okulların güvenliği, telafi amaçlı eğitim, iyi olma hali, koruma ve en dışlanmış çocuklara erişim konularına odaklanılıyor. Belki biz de ülke olarak bu konudaki tavsiyelere daha fazla önem vermeliyiz.
Yeni yılda çözüm üretilmesini beklediğim bir başka konu da küresel iklim krizi…
Küresel iklim krizi dünyanın geleceğini tehdit ettiğini; toplum sağlığının ancak dengeli bir ekosistem
içinde mümkün olabileceğini kavramaya ve harekete geçmeye ihtiyacımız var. 2021 Küresel Sağlık
Trendleri Araştırma Raporuna göre, Avrupa’daki sağlık trendi 2020 için %4,2’ye düştü, ancak 2021 yılında 2019’daki %5,8’lik seviyeye yakın bir düzeye dönmesi bekleniyor. Umarım bu beklentiler gerçekleşir.
Özetle yeni yıldan dileğim, 2020 de yaşanan tüm olumsuzlukların çözülmesi; herkesin sağlık, mutluluk, adalet ve barış açısından yaşanabilir bir dünyayı hedeflemesi ve bu konuda ortak çaba sarfetmesi…

Alihan Erdağı: Yeni yıl herkes için taze ve yeni umutlar demek. Önceki yıllarda insanların yeni yıldan beklentileri günümüz düzenine de uygun olacak şekilde daha sosyal ve maddi boyutta iken bu yılın bıraktığı etkilerle en büyük beklentimiz sevdiklerimizle birlikte hayatta kalmak olacak sanıyorum.
Ancak tüm bu yaşadıklarımız bizi taze umutlarımızdan alıkoymamalı. Pek çok alan ve iş kolu evde de kendimizi geliştirebileceğimizi ve olmak istediğimiz insana doğru bir serüvene çıkabileceğimizi gösterdi. Bu dönemde beklentimiz çevrimiçi eğitimler, kütüphaneler, workshoplar, bilgilendirici afişler ve el kitapları ve özellikle sanatın yardımı kendimize yeni yetkinlik ve yetenekler katarak ilerleyebilmek.

 

Peki, 2021’den küresel ve toplumsal anlamda neler beklemeliyiz? 2021’de dünya ve ülkemiz sizin gözünüzle nasıl bir yer olacak?

Nilgün Sarp: Küresel ve toplumsal anlamda, sağlık çalışanlarının öneminin daha fazla anlaşılmasını, insanlığın kendini tüketimden alıkoyup, “üretmeye” atfetmesini bekliyorum. Çünkü dünyanın ne kadar kırılgan olduğu, bir virüsün bir anda her şeyi yok edebileceği, elimizdeki en büyük varlığın “insan gücü ve duygusu” olduğunun farkına varıldı diye düşünüyorum. Ben de dahil olmak üzere çoğumuz, ne kadar fazla tüketime yöneldiğimizi fark ettik. Ayrıca madden değil manen sahip olduklarımızın ne kadar kıymetli olduğunu anladık. Unuttuğumuz aile ilişkileri, arkadaşlıklar gibi pek çok şeyin önemini hatırladık.
Yaşanan pandemi süreci, başta eğitim olmak üzere herşeyin internet üzerinden yapılmasına olanak sağladı. Biliyoruz ki, yapay zeka gelecekte çok daha fazla gelişerek insanların yaptığı bir çok işi devralacak. Oxford Üniversitesinde yapılan “istihdamın geleceği” adlı bir çalışmada Amerika Birleşik Devletleri’ndeki mesleklerin %47’sinin risk altında olduğu hesaplanmış. Örneğin 2033 yılında insanlar, %99 ihtimalle tele pazarlama ve sigortacılık işlerini algoritmalara yaptıracak. Aynı şekilde örneğin hakemler kasiyerler, avukat asistanları, tur rehberleri gibi pekçok meslek grubu, yüksek oranda işlerini bilgisayar algoritmalarına devredecekler. Sadece insanı yapay zekadan ayıran özellikleri çok daha değerli ve meslek halinde icra edilebilir olacak.
Eminim ki sağlık alanında da geliştirilen pek çok cihaz ile bireyler sağlıkları konusunda bilgi almak ve karar vermek için çeşitli algoritmaları daha fazla kullanacaklar ancak, sağlık çalışanları insanlığa hizmet için bizzat varolmaya devam edecekler… Bilimsel okuryazarlık, medya okuryazarlığı ve sağlık okuryazarlığı gibi bireylerin bilgiye erişme, eriştiği bilgiyi anlayabilme ve kullanabilmesinin önemi giderek artacak…
Üniversitelerde online eğitimler artacak ve hatta belki üniversiteler küresel eğitim merkezleri olarak gelişecek…
İklim krizinin etkilerinin arttığı ve giderek artacağı düşünülürse, iklim krizi ve hava kirliliği başlıkları altında çevre ve sağlık alanında çalışan STK’ların önemi ve politika belirleyiciler üzerindeki etkisi giderek artacak…
Genetik mühendisliği daha da gelişecek, nanoteknoloji, düşünce gücüyle kontrol edilen bilgisayarlar çok
uzakta değildir diye düşünüyorum… Ama tüm bunlar olurken, gelecekte sağlık alanında “hastalığı iyileştirmek” düşüncesi ve çabası, “sağlığı geliştirmeye” dönüşsün artık istiyorum. Bir tek bundan emin olamıyorum…
Çünkü mevcut tüm teknolojik gelişmelere rağmen, dünya ve özellikle ülkemiz benim gözümde halen, insanların elinde hırpalanmış, zarar görmüş, üzgün gözlerle bakan ve kurtarılmayı bekleyen bir çocuk…

Alihan Erdağı: Ne yazık ki, geleceği tamamen tahmin edemeyiz…
Ancak her zaman için iyimser kalıp bu salgının bize öğrettikleri üzerinden gitmek istiyorum. Bu süreçte tüm dünyada insanlar birlikte çalışmanın ve multidisipliner olmanın ne kadar büyük önem arz ettiğini hem aşı çalışmalarında hem de yardım çalışmalarında gördü. Fiziksel ve mental sağlık olarak güçlü ve dayanıklı toplumların kısa sürede pandemiden en az zararla çıktığını gördük. 2021’in toplumumuzda ve dünyada sağlığın ön planda kaldığı ve bu sürecin benzerini yaşamamak için alınacak her tüm önlemin gerekli ve kaçınılmaz olduğu bir yıl olmasını bekliyorum.
Kendi alanlarım açısından baktığımda fizyoterapi açısından belirgin bir eksen kaymasından söz edilebileceğiz gibi görünüyor. Önceki yıllarda spor ve sporcu fizyoterapisti olmak nasıl bir eğilim olduysa fizyoterapistlerin önümüzdeki yıllarda solunum rehabilitasyonu ve nefes terapisine yönelmeleri ve eğilim oluşturmaları sürpriz olmayacaktır. Bilimsel çalışmalar, COVID-19 geçmişi olan hastaların akciğer hastalıklarında artış ve buna bağlı komplikasyonlarını görmemizin neredeyse kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.
Psikolojik açıdan ise önceki pandemilerden gördüğümüz sonuçların benzerleriyle karşılaşmamız son derece olası. Psikolojik dayanıklılık birçok insanın karşılaşacağı bir sorun olacak ve ruh sağlığı için, artan stres yanıtları, üç şekilde ortaya çıkabilir:
• Psikiyatrik bozukluğa yatkınlık veya zaten böyle bir bozukluğu olanlarda akut alevlenmeler,
• Akut stres bozukluğu, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (PTSD) ve/ya uyum bozuklukları,
• Bir psikiyatrik sorunun tanı kriterlerini karşılamayan ancak semptomatik stres yanıtları.
Ayrıca alkol kullanımı, anksiyete, öf ke, bulaşıcılık korkusu, algılanan risk, belirsizlik ve güvensizlik, COVID-19 sonrası görebileceğimiz orta ve uzun vadedeki bireysel ve toplumsal değişimlerden bazıları.
Fizyoterapistlere, psikologlara ve tabii diğer sağlık çalışanlarına yine büyük görevler düşecek ve onlar da ellerinden gelenin en iyisini bugüne dek olduğu gibi bundan sonra da yapacaklar. Son olarak yalnızca 2021 için değil geleceğimizi sağlam temeller üzerine inşa etmek için bilime ve
bilim insanlarına güvendiğimiz bir yıl olmasını diliyorum.

Powered by Openmedia