2021’den Politika Ekseninde Ne Beklemeliyiz?

Politika ekseninde nasıl bir 2021 beklediğimize dair röportajımızı BİLGİ Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Emre Erdoğan ve Essex Üniversitesi Çatışma ve İş Birliği Merkezi’nde Çatışma çözümü, barış süreçleri, iç savaşlarda terörizm konularında akademik çalışmalarına devam eden 2009 Uluslararası İlişkiler Mezunumuz Sinem Arslan ile gerçekleştirdik.

Sağlıktan ekonomiye, politikadan iklim değişikliğine ve beraberinde getirdiği doğal afetlere her anlamda ve her alanda felaketler yaşadığımız bir 2020 geçirdik. Siz kendi alanınız açısından 2020’yi nasıl özetlersiniz?

 

Emre Erdoğan: Hiç kuşkusuz 2020 yılına damgasını vuran gelişme COVID-19 salgını oldu. Mart ayından yana süren salgın küresel olarak 72 milyondan fazla kişinin hastalanmasına ve 1.6 milyon kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Sadece ABD’de ölen kişi sayısı 300.000 kişiyi geçti ve bu sayıların kısa vadede azalması beklenmiyor. Salgın hastalık, 2020 yılında dünya ekonomisinin %4.4 küçülmesine ve yaklaşık 460 milyon işin kaybedilmesine yol açtı. Söz konusu kayıpların nasıl ve ne zaman giderilebileceği konusunda kimsenin fikri yok.
Pandemi can ve mal kayıplarının ötesinde yaşam tarzımızı kökten değiştirdi. Yapabilenlerimiz ofislerimizden değil evlerimizden çalışmaya geçtik, yapamayanlarımız ise kendimizi olabildiğince koruyarak işyerlerimize gidiyoruz. Başta ilköğretim olmak üzere bütün eğitim sistemimiz uzaktan eğitime geçti ve üniversitemiz örneğinde olduğu gibi çok uzakta gözüken uzaktan eğitim kapımızı gelip çaldı. Video konferans yöntemiyle ders yapmaya başladık, sınavları da uzaktan yapıyoruz ve öğrencilerimizin yüzünü yaklaşık 9 aydır görmüyoruz. Nasıl aslında olumsuz bir anlamı olan “sosyal mesafe” kavramı pandemiyle olumlu bir anlam taşımaya başladıysa; sosyalleşmek de “aşırı risk almak” anlamını kazandı; ailemiz ve arkadaşlarımızla bir araya bile gelmek istemez olduk. Her gün artan kayıplarla birlikte daha ürkek, daha korkak ve daha tedbirli olduk; en azından böyle olsak daha iyi olur.
İşlerimiz, işlerden beklentilerimiz ve bizden beklenenler tamamen değişti. Eskisi gibi performans odaklı, büyüme saplantılı bir bakış açısından çıkıp olanı koruyabilmeye hedefleyen bir muhafazakarlığa geçiş yaptık. Her gün bir kayıp haberi alırken; “çılgın projeler” ve “engellenemez yükselişler”, yerini “canınız sağ olsuna” bıraktı. Öte yandan tüketmekten vazgeçmiş de değiliz, internet üzerinden satın almadığımız şey, katılmadığımız “webinar” kalmadı; “Zoom yorgunluğu” kendisini başka yorgunluklara bıraktı.

Sinem Arslan: Uluslararası ilişkiler disiplininin incelediği en temel konular elbette devletler arasında yaşanan çatışmalar ve iş birliği çalışmaları. Devletler arası yaşanan sıcak çatışmalar uzun zamandır gittikçe azan bir eğilim gösterse de günümüzde hala varlığını korumakta. Buna örnek olarak 2020 Eylül ayında Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ Bölgesi’nin statüsü yüzünden yaşanan, Türkiye’nin desteklediği Azerbaycan’ın zaferiyle sonuçlanan ve tarihte ilk defa insansız hava araçları, drone teknolojisi sayesinde kazanılmış olan savaştan bahsedebiliriz. Ayni şekilde, Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan arasında doğal gaz rezervlerinin paylaşımı yüzünden çıkan, Türkiye’nin bölge ülkeleri ve Avrupa Birliği ile ilişkilerini zedeleyen ve hatta bu yüzden uygulanabilecek olası yaptırımları tartıştığımız gerilimden söz edebiliriz.
Uluslararası ilişkiler alanında, devletler arası sıcak çatışmalar azalsa da uzun zamandır bunların yerini devletlerin çıkarlarını korumak için taraf oldukları iç savaşların ve birbirleriyle sıcak atışmalara girmek yerine yerel veya yabancı savaşçılardan oluşan silahlı grupları kullandıkları vekalet savaşlarının aldığını görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda, 2020 yılında, Türkiye’nin Doğu Akdeniz krizinizdeki pozisyonunu korumak için taraf olduğu Libya iç savaşında barış görüşmeleri devam etse de uluslararası güçlerin taraflara silah sağlaması bu süreci zorlaştırıyor. Yine Türkiye’nin güvenlik endişeleri nedeniyle doğrudan taraf olduğu Suriye iç savaşı 10. yılına girerken hala net bir barış olasılığından söz etmek için çok erken, aksine tarafların barış masasında ellerini güçlendirmek için Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgeden çekilmesiyle oluşan güç boşluğunu doldurmaya çalıştığını gözlemliyoruz.
Her ne kadar 2020 senesi dünyada birçok çatışmaya sahne olsa da devletlerin bu sorunları çözmek
için uluslararası alanda ciddi bir iş birliği çabası da var. Devletlerin bu anlamda birçok barış görüşmesine, arabuluculuk çalışmalarına, Barış Gücü operasyonlarına katıldıklarından söz etmekte fayda var. Elbette bu çabaların en az çatışan taraflar arasında barışın tesis edilmesi kadar ülkelerin kendi çıkarlarını, etki alanlarını ve yumuşak güçlerini genişletmeye yaradığını da unutmadan. 2020 yılında Rusya’nın Dağlık Karabağ bölgesine gönderdiği barış Gücü, NATO’nun iki müttefiki arasında yaşanan Dogu Akdeniz Krizi’nde hem NATO’nun hem de Avrupa Birliği’nin krizin çözümün de arabuluculuk faaliyetleri 2020 yılında devletler arasında yaşanan iş birliği faaliyetlerine örnek olarak verilebilir.
2020 yılında çeşitli toplumsal olayları da deneyimledik. Örneğin ABD’ye polis şiddetine karşı yaşanan George Floyd protestoları, Belarus’da cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına yönelik protestolar, Tayland’da hükûmet ve monarşi karşıtı gösteriler bu sene öne çıkan önemli gelişmeler. Yine ayni şekilde, 2020 yılının son aylarında ABD başkanlık seçimlerini Joe Biden’ın kazanması Türkiye ve dünya siyasetinde önemli değişikliklere sebep verecek bir gelişme.
Şüphesiz 2020 yılının en önemli olayı geçtiğimiz yılın aralık ayında Çin’in Wuhan bölgesinde ortaya çıkan Korona Virüs (Covid 19) pandemisi. Diğer ülkeler acısından başta uzak bir tehlike gibi görülen salgin, 2020 yılı sonuna yaklaştığımız şu günlerde dünyanın her yerine yayılmış, yaklaşık 73 milyon insanı etkilemiş bir pandemiye dönüşmüş durumda. Halk sağlığından, ekonomiye, kişisel alışkanlıklarımıza kadar hayatımızı tamamiyle değiştiren Covid 19 pandemisinin uluslararası ilişkilerde ve uluslararası siyasetin gidişatında da önemli bir dönüşüm yarattığını söylemek mümkün.
Covid 19 pandemisi, ülkeler arasında yaşanan tartışmaları ve yeni krizleri de beraberinde getirdi. Bununla beraber, hâlihazırda dünya genelinde 12 farklı ülkede sürmekte olan savaşların gidişatını da etkiledi. Mart ayında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in yaptığı ateşkes çağrısı 2020 yılının en önemli gelişmelerinden biri. Bu çağrı Kolombiya’da, Filipinler’de ve Kamerun’ da bazı silahlı grupların çatışmaya bir süreliğine vermesine neden olsa da Batı Afrika’da ve Ortadoğu’da krizin yarattığı güç boşluğundan ve devletlerin silahlı güçlerinin pandemi ile mücadeleye ayrılmasından yararlanan silahlı grupların eylemlerini arttırması bu çatışmasızlık ortamını sona erdirdi. Bununla beraber pandemi, hâlihazırda Ukrayna, Libya, Suriye ve Sudan da yürütülmekte olan barış görüşmelerinin de sekteye uğramasına neden oldu. Kolombiya’ da hükûmet ve FARC-EP arasında imzalanmış olan barış antlaşmasının uygulama aşamasında sorunlara neden oldu. Yemen gibi nüfusunun yüzde 80’inin yardımlarla geçinmek zorunda olduğu savaş bölgelerinde ve Urdun ve Kenya gibi büyük mülteci kamplarının olduğu ülkelerde yaşanan insani krizleri daha da derinleştirdi.

 

2020’den ne gibi dersler çıkarmalıyız? Olaylara nasıl yaklaşmalıyız?

Emre Erdoğan: Pandemi yılının bize verdiği en önemli ders, hazırlıksız olduğumuz. Önemli düşünürlerde Nicholas Nassim Taleb, “öngöremezsiniz, ama hazır olabilirsiniz” der. Özellikle pandemiler, ekonomik krizler ve doğal afetler gibi seyrek rastlanan ama küresel yıkıma yol açabilecek büyüklükte olan “Siyah Kuğular” söz konusu olduğunda, ne zaman başımıza geleceğini öngörmemiz mümkün değil. Ama, bu büyüklükte bir yıkımla karşılaştığımızda ne yapacağımızı ve hangi kaynakları devreye sokarak yıkımı en aza indireceğimizi düşünebilir ve hazır olabiliriz. COVID-19 salgını öncesinde
yapmadığımız şey hazır olmaktı.
Salgına karşı mücadelenin küresel yönetimini üstlenen Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başta olmak üzere bütün ulusüstü ve uluslararası kurumlar salgının ilk günlerinde başarısız oldular ve küresel dayanışma
ve işbirliği yerine ulusal düzeydeki kapanmaları teşvik ettiler. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği en kırılgan ülkelere yardım iletmekte geç kaldı. Ulusal düzeyde hükümetlerin çoğu tedbir almakta zorlandı ve hangi tedbirleri alacakları konusunda diğer ülke deneyimlerine arkalarını dönmeyi tercih ettiler. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve akademik dünya da bilgi üretmekte, politika geliştirmekte ve dayanışmayı teşvik etmekte yavaş kaldı. Ancak yaz aylarının rehaveti geçtikten sonra bütün alanlarda daha bilinçli bir eylem planı olduğu görebilir hale geldi.
COVID-19 salgını diğer bütün salgınlar gibi bir gün yok olacak, kitle bağışıklığı, geliştirilen aşılar ve ilaçlar; kötü anıları ve yaşam tarzımıza vurduğu darbelerin izleri kalsa da virüsü yeryüzünden silecek. Ama pandemi karşılaştığımız son küresel felaket olmayacak. Küresel ısınma kapımızdaki en büyük tehdit olarak duruyor ve bu tehdide karşı da küresel, ulusal ve yerel düzeyde hazırlıklı değiliz. Küresel terörizm şu anda geri planda kalmış olsa da yaşamımızı tehdit etmeye devam ediyor. Yoksulluk, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, göç ve ayrımcılık küresel olarak karşı karşıya kaldığımız tehditler ve bu konularda da hazırlıklı değiliz. Bütün bu felaketlerin her birinin başımıza ne zaman geleceğini bilmiyoruz ama hazırlıklı olmamız gerektiğini bilebilir ve her düzeyde hazırlıklı olabiliriz. Küresel bir çaba ve dayanışma olmadan bu kadar büyük sorunlarla tek başımıza mücadele etmemiz mümkün değil, o nedenle küresel dayanışmayı kurarak ve destekleyerek hazırlanmaya başlayabiliriz.

Sinem Arslan: Bireysel anlamda, 2020 yılında yasadığımız Covid 19 pandemisi bugüne kadar hayatımızda garanti gördüğümüz, belki de değişmez zannettiğimiz birçok alışkanlığın, bireysel özgürlüklerimizin nasıl bir anda değişebileceğini ve nasıl bir anda elimizden kayıp gidebileceğini gösterdi. Bugüne kadar belki de ne kadar değerli olduğunu pek düşünmediğimiz sağlığımızın, seyahat özgürlüğümüzün, yakınlarımızla yüz yüze konuşabilmenin önemini anladık. Pandemi alışkanlıklarımızı temelden sarsarken aynı zamanda bunların yerine yeni alışkanlıkları koyabileceğimizi ve değişimlere ne kadar çabuk adapte olabileceğimizi de öğretti. Yine kendi özgürlüğümüz için başkalarının sağlığını tehlikeye atmamamız gerektiğini, kişiler ve farklı jenerasyonlar arasında dayanışmanın önemini anladık.
Covid 19 pandemisiyle beraber ekonomik ve siyasal alanlarda da dersler çıkardık. Ekonomik alanda, iş yerlerinin kapanması ve seyahat yasakları en çok düşük gelir grubunu, evden çalışması mümkün olmayan sektörleri ve iş güvencesi olmayan saatlik ve mevsimlik işçileri etkiledi. Gelir grupları arasında hâlihazırda var olan eşitsizliği daha da derinleştirdi. Pandemi bizlere siyasal anlamda, özellikle de popülist ve otoriter liderlerin hızla yükselişe geçtiği bir dönemde, iyi yönetişim, şeffaflık ve hesap verilebilirlik prensiplerinin önemini hatırlattı. Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump ve Brezilya’da Jair Bolsonaro gibi, pandemiyi başta ciddiye almayan liderlerin krize cevap vermek konusunda ne kadar geç kaldıklarına şahit olduk. Türkiye ve Rusya’da olduğu gibi vatandaşlarından pandemiyle ilgili gerçek sayıları gizleyen hükûmetlerin pandeminin yayılmasına sebep olduğuna, bunun da yaşanan can kayıpları açısından ağır sonuçları olduğuna tanık olduk. Kadın liderler tarafından yönetilen Almanya, Danimarka, Tayvan ve Yeni Zelanda’nın pandemiyi kontrol almak konusunda başarılarını gördük, cinsiyet eşitliğinin önemini tartıştık. Bugüne kadar sosyal devlet modelini takip eden Danimarka ve sosyal hizmetler konusunda ciddi kesintilere gitmiş İngiltere gibi devletlerin pandemiyi kontrol altına almak konusunda ne kadar farklı sonuçlar aldıklarını, sosyal hizmetlere yatırım yapmamış devletlerin vatandaşlarına hizmet götürebilmek açısından başarısız olduklarını gördük. Bu anlamda pandemi, özellikle Avrupa’da refah devleti ile ilgili tartışmaları yeniden gündeme getirdi.
Uluslararası ilişkiler alanında, pandeminin hızla yayılması bizlere uluslararası ilişkiler disiplininde temel
aktörler olarak ele aldığımız devletlerin ve sınırlarının aslında ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Her ne kadar ilk başta pandemi ile mücadele konusunda her ülke kendi yöntemlerini benimsemiş olsa da gelişmekte olan ülkelerde pandemi kontrol altına alınmadan, gelişmiş ülkelerin tek başlarına bu sorunla mücadele edemeyeceklerini, bu anlamda devletler arası işbirliğinin önemini gösterdi ve varolan işbirliği mekanizmalarının, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası örgütlerin yeterliliğini sorgulattı. Gelişmekte olan ve kırılgan ülkelere Dünya Bankası tarafından yapılan yardımları ve Avrupa Birliğinin Team Europe projesini bu çerçevede değerlendirmek gerekli. Yeni bir yıla başladık. Tüm yeni yıllar gibi bu yıla da insanlar yeni başlangıçlar, yeni umutlar, hedeflerle başlıyor. Geçtiğimiz yıllara göre nasıl farklılaştı yeni yıldan beklentiler?

Emre Erdoğan: Pandemi yılı henüz devam ediyor, büyük tarihçi Braudel’in bir buçuk asır süren “uzun
yüzyılı” gibi, bizim de 2020’miz uzun sürebilir ve 2021’in tamamını bile kapsayabilir. O yüzden yeni yıla girerken, o yeni yıl ne zaman olursa olsun; pandeminin etkilerinin azalmaya başladığı bir yıl olmasını dileyeceğiz muhtemelen. Salgının etkilerinin silinmesi mümkün değil, kayıplar bu kadar çokken unutamayız. Ama bir kez daha olmamasını dilemek en doğrusu olur. Öte yandan, gelecekten beklentilerimizin hepsinin bu kadar mütevazi mi olacağı, yoksa salgın öncesi günlere dönmeyi arzulayacak kadar açgözlü mü olacağız, bunu zaman gösterecek. İnsanlar içinde bulundukları olumsuz ve olumlu koşullara kolaylıkla alışacak bir zihin yapısına sahip, İktisat bilimine damgasını vuran “Beklenti Kuramı” bize bunu söylüyor. O nedenle yeni yılın geldiği o gün eski günleri aratmayacak bir ekonomik büyüme dönemi, her ülkeyi kapı komşusu yapan insan hareketliliği ya da bir dizi 1968 ya da 1989 beklememiz daha doğru olacak. Onun yerine yürümeyi ya da bisiklete binmeyi öğrenirken düşen çocuğun cesaretiyle bir daha denemek için ayağa kalkmamız en doğrusu olur.

Sinem Arslan: Covid 19 pandemisi ekonomik, siyasal, toplumsal gelişmeleri değiştirildiği gibi yeni yıldan beklentilerimizi de değiştirdi. Şüphesiz son dönemde hepimizin ortak dileği, pandeminin ikinci dalgası ile beraber tekrar artan sokağa çıkma yasaklarının biteceği, sosyal mesafe kurallarının ortadan kalkacağı, eski günlerimize geri dönebilmek. Bu açıdan, bu sene herkes için yeni yılın en büyük beklentisi korona virüse karşı bağışıklık kazanmamızı sağlayacak olan Covid 19 aşı çalışmalarında ve dağıtımında yaşanacak olan gelişmeler.

 

Peki 2021’den küresel ve toplumsal anlamda neler beklemeliyiz? 2021’de dünya ve ülkemiz sizin gözünüzle nasıl bir yer olacak?

Emre Erdoğan: 2021 yılının “normale dönüş” yılı olmayacağını hepimizin bilmesi gerekiyor. 2019 geri
dönülemeyecek kadar geride kaldı ve zaten bir nehirde sadece bir kere yıkanılır. 2021 yılı, olumlu ya da olumsuz yanlarıyla yeni bir normale geçiş dönemini oluşturacak ve bu yeni normal her şeyin sorunsuz olduğu bir ütopyadan çok, geçmişin izlerini taşıyan kırılgan bir dönem olacak. Öncelikle pandeminin yarattığı ekonomik yıkımdan kurtulabilmek gerekiyor. 2008 finansal krizinin olumsuz etkilerini hala yaşıyoruz, pandeminin ekonomik yıkımı da daha kısa sürmeyecek muhtemelen. Ekonomik büyüme oranları yükselse de, işsizlik oranları düşse de; bazı işler sonsuza dek kapanmış olacak. Hükümetlerin pandemiyle mücadele edebilmek için çuvalla dağıttıkları paralar önümüzdeki dönemde restorasyona ayrılacak kaynakların sınırlanmasına yol açacak, tabii enflasyonu tetikleyip zaten kırılgan hale gelmiş sabit ücretlilere bir darbe daha vurmazsa. Sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin bu dönemde üzerlerine aldıkları yükün travmasından kurtulması da zamana yayılacak muhtemelen. Hükümetlerin bu restorasyon dönemini daha az zararla atlatabilmeleri ve bu yönde çaba harcamaları, ancak küresel dayanışmayla mümkün, çok eleştirilen Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi Bretton Woods kurumlarının ve Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi İkinci Dünya Savaşı “artığı” kurumların devreye girmesi ve küresel dayanışmaya zemin oluşturması gerekiyor. Üstelik bu çabayı da etnik milliyetçi, içe kapanmacı ve popülist siyasetçilerin düşmanca söylemlerinin egemen olduğu bir çağda harcamaları gerekiyor. Dolayısıyla önümüzdeki yıl küresel ve yerel arasındaki gerilimin artacağını söyleyebiliriz, özellikle de Joe Biden’ın ABD başkanı seçilmesinin küresel kutbu güçlendirdiğini varsayarsak.
Öte yandan salgın sonrasında birbirini izleyecek seçimlerde hiçbir liderin koltuğunu güvencede hissetmemesi gerekiyor. Salgın bu kadar yıkım yaratmışken, hangi hükümet kendisi “başarılı” olarak vatandaşlarına satabilir, bilmiyorum. Donald Trump’ı dört yıllık iktidarında yaptığı hatalar değil, pandeminin ekonomik ve toplumsal sonuçları ve bunların ürettiği “öfke” yerinden etti. Bu nedenle, diğer ülkelerde de “neden olmasın” diyebiliriz ve küresel bir liderlik değişim zincirine şahit olabiliriz. Tabii, tam tersi de olabilir ve pandemin ürkekleştirdiği vatandaşlar otoriter liderlerin sopalarına daha sıkı sarılabilirler. Bu yollardan hangisine gireceğimiz, pandemiden nasıl kurtulduğumuz belirleyecek. Daha dayanışması ve diğerkâm bir yolla pandemiyi atlatabilirsek -ki DSÖ’nün yoksul ülkeler aşı tedarik etme çabalarını bu yolun bir işareti sayabiliriz-, daha iyi bir dünyaya uyanma şansımız olur. Aksi takdirde, tıpkı 1918’in 1939’u getirdiği gibi; bir başka felaket senaryosuna uyanabiliriz.

Sinem Arslan: 2021 yılı için pek iyimser tahminler olmasa da, Covid 19 pandemisinin yarattığı ekonomik ve siyasal krizlerin etkilerinin kısa dönemde azalmayacağını ve tersine yeni krizleri de beraberinde getireceğini beklemek akılcı bir yaklaşım olacaktır. Ekonomik anlamda, sokağa çıkma yasakları, sosyal mesafe kuralları birçok iş kolunun ciddi mali sorunlar yaşamalarına ve kapanmasına sebep oldu. Her ne kadar bu dönemde zarar gören şirketler bir müddet hükûmet destekleri ile ayakta kalabildilerse de zararın büyük olması ve hükûmet desteklerinin yeterli gelmemesiyle, birçoğu isçi çıkarmak ve kapanmak zorunda kaldı. Bu elbette ülkelerin ekonomilerinin daralmasına, giderek artan işsizlik oranlarına sebep oldu. IMF’in hazırladığı The Great Lockdown raporu bize dünya ekonomisinin Korona Virüs pandemisinde %3 küçüldüğünü ve bunun Büyük Burhan’dan beri yaşanan en büyük ekonomik kriz olduğunu vurguluyor. Aynı şekilde, World Bank raporları sene sonunda 40-60 milyon insanın açlık sınırının altında kalacağını öngörüyor, Türkiye’nin de her ne kadar işsizlik oranları TUIK tarafından açıklanan verilere göre sabit gözükse de yine de bu ekonomik krizden etkilendiğini ve bunun etkilerinin kısa sureli olmayacağını öngörmek mümkün. Siyasal alanda, ekonomik krizin, gelir dağılımındaki artan eşitsizliğin, hükûmetlerin krizle mücadelede yetersiz kalmasının ülkeler içinde ortaya çıkacak toplumsal olaylara, halk ayaklanmalarına, protestolara dönüşmesini beklemek ve yönetimlere duyulan bu memnuniyetsizliğin dünyada aşırı sağ ve popülist siyasal oluşumların yükselişine sebebiyet verebileceğini de öngörmek yerinde olacaktır.

Powered by Openmedia