BİLGİ kalite odağında büyüyecek

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Laureate International Universities ağına katılmasıyla birlikte üniversite yönetiminde yer almaya başlayan Mütevelli Heyeti Başkanı Rifat Sarıcaoğlu, BİLGİ’nin kalite odaklı büyümeye devam edeceğini söylüyor.

BİLGİ bugün 20 yılını kutluyor. BİLGİ fikrini yaratan kurucu ekipten bayrağı devralan Rifat Sarıcaoğlu BİLGİ’nin son 10 yılında birebir yönetimde bulunmuş bir isim. Bugün Mütevelli Heyeti Başkanı olarak üniversitenin gelişimi için fırsatları değerlendiriyor ve stratejik kararların altına imza atıyor. Kendisiyle BİLGİ’nin gelişimini ve gelecek hedeflerini konuştuk.

İstanbul Bilgi Üniversitesi 20. kuruluş yılını kutluyor. Siz bunun 10 yılına tanıklık ettiniz. 10 yıl önce Laureate ağına, Türkiye’den katılacak üniversiteyi seçerken BİLGİ’yi öne çıkaran neydi?

Aslında BİLGİ ile 2002’de görüşmeye başlamıştım. Üniversitenin kurucusu Oğuz Özerden ile görüşmeler ilerlemişti ama maalesef bir bankaya, sinagoga ve konsolosluğa yönelik gerçekleşen terör saldırıları görüşmelere ara vermemize neden oldu. Tekrar 2005’te görüşmeye başladık ve 2006’da BİLGİ Laureate ağı bünyesine katıldı. BİLGİ’nin yapısı itibarıyla Laureate’e en çok uyacak modele sahip olduğunu düşünüyordum. Öğrencilerinin kalitesi, sorgulayabilmesi, topluma bir katkı sağlamak istemesi, sosyal sorumluluk çerçevesinde bilinçli olması BİLGİ’yi ön plana çıkarıyordu.

Aslında BİLGİ o yıllarda sadece sosyal bilimler alanında öne çıkan bir üniversite idi. Bu bir dezavantaj değil miydi?

BİLGİ sosyal alanlarda çok kuvvetli bir eğitim veriliyordu. Bununla birlikte de o alanda güçlü hocalar vardı. Ancak şunu fark ettik o zaman. Hızla artan vakıf üniversiteleri en rahat sosyal bilimler alanında yatırım yapıp programlar açıyorlardı. Bunun da çok yakın zamanda BİLGİ için rekabet anlamında büyük bir risk oluşturduğunu gördük. Değerli akademisyenlerini de elinde tutabilmesi bu kadar kurum sayısı artarken zorlaşacaktı. O yüzden hızla sosyal bilimler dışındaki alanlara da yönelmeye başladık.

BİLGİ o yıllarda, pek çok konuda tartışmaların odağında olan bir kurumdu. Bunu da bir risk veya fırsat olarak mı gördünüz?

Açıkçası, tartışılıyor olması beni çok ilgilendirmiyor. Yani, benim için önemli olan ne yapmak istediğidir. Toplumda sorgulanamayan, kabul edilmiş klişe şeyleri bir adım daha öteye götürerek acaba diye sorgulatmasıdır cazip olan. Dolayısıyla bunu yapan çok üniversite yoktu o tarihlerde. BİLGİ’nin misyonu aslında değişmedi. Bugün de dünya çapında tartışılıyoruz. Söylenenlerden, söylenmeyenlerden, eskiden söylediklerimizden veya gelecekle ilgili söyleyeceklerimizden bile yargılanabiliyoruz. Asıl dinamiği o sağlıyor bence. Dolayısıyla baştan beri risk vardı, Türkiye’de risksiz bir dönem yok. Bundan da geri adım atmayı düşünmüyoruz açıkçası.

Laureate BİLGİ’ye neler kattı?

Önce ciddi bir endişeyle başlandı. Acaba Laureate, üniversitenin yapısını başka bir yere çekecek mi diye endişeler belirdi. Zamanla anlaşıldı ki öyle bir şey olmayacak. Laureate en çok ne kattı diye düşünürsek; buna ilk cevabımız finans olur. Devlet üniversiteleri de dâhil olmak üzere Türkiye’deki finansal yapı, çok zayıf. Bunu yeterince konuşmuyoruz, hep kendi oluruna bırakıyoruz. Oluruna bırakınca da kaba tabirle üniversitelere el konan bir ortamla karşı karşıya kalıyoruz.

Fiziki olarak kampüs anlamında bir büyüme olacak mı önümüzde dönemde?

Santralistanbul çok değerli bir kampüs ama maalesef tek başına yeterli değil. Böyle bir yer olmasaydı, tek bir kampüse taşınma durumumuz olsaydı lokasyon olarak Kemerburgaz tarafına taşınmasını isterdim. Kuştepe’de bu yaz itibariyle ciddi anlamda bir çalışma yapılacak ve Ekim’e kadar tamamlanacak. 20 milyon lira civarında yatırım yapacağız, yenilenmesi gereken eski binaya. Dolapdere ile ilgili sıkıntılarımız var. Çünkü etrafında çok hızlı bir değişim oldu ve Dolapdere ortasında kaldı. Dolapdere’de devam edip etmeme kararını daha vermedik. Şöyle bir düşüncemiz var: Meslek yüksek okulları ve hazırlık Kuştepe’de olsun. Geçiş kampüsü dediğimiz Dolapdere’de ise daha çok yüksek okullar olsun ve Santral’de 4 yıllık bölümler yer alsın. Tabii bu süreçte Kozyatağı da devreye girdi. Dolayısıyla Kozyatağı da Anadolu Yakası’ndaki yükü alıyor ve diğer kampüsleri bu anlamda rahatlatıyor. Hedef olarak benim Dolapdere’den çıkma niyetim var. Dolapdere’den çıkıp Santral’in yakınında 20.000 metrekare bir yer daha açmayı planlıyoruz. Santral içinde ise sadece rektörlük ile E1 arasına bir bina yapma imkanımız var.

Fiziki büyümenin yanı sıra öğrenci sayısı açısından da büyüme var. Kaç öğrenciye ulaştı BİLGİ?

Açıkçası ben sayısal bir yarış içinde değilim hiçbir üniversite ile. Bizim yarıştığımız tek bir alan var. Meslek yüksek okulundan doktoraya kadar bütün alanlarda kaliteli bir şekilde var olabilmek. 25.000 öğrencimiz var. Öğrenci sayısı olarak vakıf üniversiteler arasında bir 3. oluyoruz, bir 4. oluyoruz. Şimdi üçüncüyüz diye biliyorum. Biz 5 yıllık planlar yapıyoruz. 5 yıl sonra 35.000 öğrenci hedefliyoruz ve kampüs planlarını buna göre yapıyoruz.

BİLGİ birkaç yıldır kalite konusuna ciddi odaklanmış durumda. Akreditasyon süreçleri devam ediyor. Ne anlama geliyor akreditasyon?

Akreditasyon demek, yükseköğretimde belirli standartları oluşturmak ve onu da devam ettirebilmek demek. Vakıf üniversitelerinin sayısı 2007-2014 arasında 3 katına çıktı. 2012’de rekabetin öne çıkacağını, bunun da üniversiteler arasında kalite açısından bir yarışı zorlayacağını gördük. Bizim altyapımızda kalite vardı. Bunun üzerine bir şeyler inşa etmek kolay oldu. Kalite süreçlerinde kim başarılı olur, hangi rektörle devam edebiliriz diye iki sene boyunca araştırdık. Bildiğiniz gibi Prof. Mehmet Durman, rektör olmadan önce bir sene bu süreçleri yönetmek için BİLGİ’ye danışmanlık yaptı. Kalite konusunda sistemin üstüne koya koya ilerledik. Kalite kontrol süreçlerini kontrol edecek birimlerin de açılmasını sağladık. Çoğu üniversitede bu birimler hala yok. Bu alanda bir devrim yapıldı bize göre.

Nasıl başladı akreditasyon süreci?

2012’de UC Berkeley, UCLA gibi üniversitelerin de akreditasyon aldıkları WASC’a gittik ve “Dünyada kendi dışınızda birisini ölçmek ister misiniz?” sorusunu sorduk. Uzun bir ikna süreci yaşadık. Bu süreçte biz, aday olma sürecine girdik ve bu süreci başarıyla geçtik. Aday olduktan sonra 5 sene daha sürüyor. Şu an 3. senemizdeyiz. Umuyorum ki 2017 Kasım’ında biz artık akredite olmuş bir kurum olmuş olacağız. Bu Türkiye’de hem devlet hem de vakıf üniversiteleri için bir ilk. Bu yüzden de bir devrim niteliğinde. Çünkü bunu yapabilmeniz için, yönetimsel anlamda bile her şeyi paylaşıyor olmanız gerekiyor. Yani ne rektör için, ne benim için, ne dekanlar için “Ben tek adamım devri” artık yok. Müşterek kararlar alınıyor. Strateji planı yapılırken bile grup kararı oluyor, bütçe de bu şekilde yapılıyor. Dolayısıyla yönetimsel ciddi değişiklikler var. İstediğin bölümü istediğin gibi açamıyorsun. Bölümlerin bütün arka planını doldurmanız gerekiyor.

BİLGİ, bu mezun networkünden yeteri kadar faydalanabiliyor mu sizce? Bazı köklü kurumlarda mezunların geri dönüp kuruma değer kattığı, hatta burs fonları oluşturduğu örnekler var. Böyle hedefleriniz var mı?

Temel cevabım hayır. Zaten Türkiye’de eleştirdiğim en önemli konulardan birisi de bu. Bunu sadece BİLGİ özelinde söylemiyorum, tüm üniversiteler için söylüyorum. Mezunlar kurumlarına yeterince sahip çıkmıyor. Biraz önce dedim ki; diplomanın değeri yeni girişimler için önemli. O anlamda bakarsak okulun onlara bir katkısı var. Burada bir kültür birikimi oluşuyor. O kültürle bir ortam hazırlıyorsun ve bu da BİLGİ’lileri olduğu bir ortam oluyor. Şimdi BİLGİ’li olmaya herkes sahip çıkıyor. Hatta biz bunun pazar araştırmalarını yapıyoruz. Ama kulübe bir katkı yap dediğinizde kimse katkı yapmıyor. Burada katkı illa iş sahası yaratmak gibi bir şey değil. Tabii bizim mezunlarımızdan çoğunun iş sahası yarattığını da görüyoruz.

Dünyadaki ileri medeniyetlerde görüyoruz ki, bağış kültürü inanılmaz üst seviyelerde. Bizdeyse yerlerde sürünüyor. Kendi ekibimizden yurt dışına bu konuyla ilgili çok ciddi yatırımlar yaparak eğitim de aldırdım. Ama gene olmuyor. Bu biraz toplumsal kültürle de alakalı. Ama illa ki, maddi olmak zorunda değil.

BİLGİ kendi mezunlarına iş imkanı yaratma konusunda ne kadar başarılı sizce?

Çok büyük ihtimalle bizim üniversiteden mezun olup bizim üniversitede çalışanlar oransal olarak fazladır. Dolayısıyla ben kendi mezunuma güveniyorum. Hatta şunu da söyleyebilirim. Onlar daha iyi iş yapıyor, onu da görüyorum. Dolayısıyla, bizim güvendiğimiz ortamı iş dünyasına da yansıtmak gerekiyor. Mezunların üniversiteden kopmamaları lazım. İlk geldiğimde en büyük sıkıntı buydu. Mezunların bizde bilgileri yoktu. Oturup teker teker veri tabanı oluşturduk. Mezunlarımızı takip etmemiz lazım. Bizde de çok eksiklik var bu anlamda. Dolayısıyla, zaman içerisinde bunun düzeleceğini umuyorum.

Powered by Openmedia